MENÜ
10° Parçalı bulutlu
  • EURO
  • DOLAR

HER TÜRLÜ ŞİDDETİN KARŞISINDAYIM

HER TÜRLÜ ŞİDDETİN KARŞISINDAYIM Ve bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi iptal edildi. 2011’de 45 ülke ve AB’nin imza koyduğu bu sözleşme 20 başlık ve 80 maddeden oluşuyordu. Avrupa Konseyi üyesi olan veya dışarıdan destekleyen ülkeler, kadına yönelik şiddeti önlemede bir dizi çalıştay sonrası bu anlaşmayı hazırlamış ve İstanbul’da imzaya açmıştı. Nitekim ilk […]
Güncel - 24 Mart 2021 10:50 A A

HER TÜRLÜ ŞİDDETİN KARŞISINDAYIM

Ve bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi iptal edildi.

2011’de 45 ülke ve AB’nin imza koyduğu bu sözleşme 20 başlık ve 80 maddeden oluşuyordu.

Avrupa Konseyi üyesi olan veya dışarıdan destekleyen ülkeler, kadına yönelik şiddeti önlemede bir dizi çalıştay sonrası bu anlaşmayı hazırlamış ve İstanbul’da imzaya açmıştı.

Nitekim ilk imzalayan da Türkiye oldu.

Zamanla bazı ülkeler uygulamaya koymadı, bazıları da çekilme kararı aldı.

Oysa, oralarda da kadına şiddet Türkiye’den farksızdı.

Malesef, Dünya düzeninde güçlünün güçsüzü ezmesi sıradan bir hal aldı.

Eskiden beri vardı muhakkak, ama ayıp sayılır ve şiddet mağduru bunu gizlerdi. Hala daha, kol kırılır yen içinde kalır sözü kadınların baş ucunda asılı durur.

Ama yeni nesil öyle değil.

İki cins içinde de evliliğin ne anlama geldiğini bilmeyenler var. Ve harala gürele, birbirlerine saygısızca hakaretlerle günün sonunda polislik oluyorlar. Bununla kalsalar iyi. Gözü dönen, gücü yeten taraf bununla da yetinmeyip işi cinayete kadar vardırıyor.

Hep söylüyorum, bir iş kurarken yeterlilik belgesi istenir de neden evlilik için her isteyene sorgusuz nikah kıyılır.

Devlet, evlenmek isteyen gençleri önce kursa tabi tutsa belki bu kadar boşanma ve aile içi şiddete bir çözüm bulunmuş olur.

Eşini bankamatik sayan, iyi günde, kötü günde sözünü bilmeyen, eşi işe giderken horul horul uyuyan, bütün gün AVM gezen, akşama dışarıdan yemek alıp kocasının önüne koyan sorumsuz kadınların yanın da, çalışmayan kocaya para yetiştiren, adam kahvede pişpirik oynarken tarlada sabana kendini koşan, çocuklarına boş tencerede taş pişiren, çöplükten yiyecek toplayan cefakar kadınlarımız da çocuklarıyla birlikte şiddete uğruyor.

Kimi parasıyla, kimi sözüyle, kimi cinsel şiddeti kendine mübah görüyor.

Bu bir kişilik bozukluğu ve sen bir melek olsan dahi bu şahıslarla birliktelikten mutluluk doğmuyor.

Güçsüzü korumak kanunlarla sağlanır.

Türkiye 2014’de İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamaya geçirdi.

Fakat amacına ulaşamamış gibi görünüyor.

En düşük kadın ölümleri, 2011 ve öncesine ait.

Yürürlüğe girdikten sonra katlanarak artmış.

Yani, ‘İstanbul Sözleşmesi kadını yaşatır’ cümlesi slogan olmaktan öteye gidememiş.

O yıllarda 200’lü rakamlarla ifade edilen kadın cinayetleri 500’lere malesef dayanmıştır.

Bu 6 yıllık süreçte 3 bin kadının hayatı şiddet sebebiyle son bulmuştur.

Üzülerek bu rakamları veriyorum ve katillerin öldürdüğü her bir kadının etrafında olan sevdiklerini de bu sebeple yaşayan ölüye dönüştürdüğünü biliyorum.

Sözleşme imzalandığı zaman tüm ülkelerin kanunları kadını ve çocuğu korumada yetersizdi.

Türkiye’de aile içi şiddetin önlenmesine yönelik ilk kanun 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun’dur.

Zamanın şartlarına göre düzenlenmiş ama değişen toplum yapısına hizmet veremeyecek hale gelmişti. Çünkü bu kanun genellikle, evlilik içi şiddeti kapsar ve ona göre cezalar verilirdi.

2012 yılında 6284 nolu kanun yürürlüğe girmiştir. Bu kanun sadece evlilik içi kadın şiddetinden ziyade her türlü şiddeti kapsayacak şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden esinlenerek uyum yasası olarak hazırlanmıştır.

İstanbul Sözleşmesi evlilik dışı ilişki, çocuk veya değişik cinsel eğilimi olanların, şiddete karşı korunmasını kapsıyor.

Burada hepimiz hemfikiriz.

Bu amaçla kurulan dernekler toplumu uyaracak ve kadın sığınma evleri kuracaktı. Mor Çatı evleri bu sebeple kurulmuş ve şiddete uğrayan, ama gidecek hiçbiryeri olmayan kadınlar çocuğu ile veya yalnız bu evlere sığınmaya başlamıştı.

Ekonomik sebeple, kimse şiddete uğradığı ortamda yaşamak zorunda bırakılmadan, nihayet devlet ellerinden tutmuştu.

Sadece devlet değil bu anlaşma ile sivil toplum örgütlerine yasal maddi destek veya bu yönde hazırlanacak projelere yurtdışından maddi kaynak verilmesi de böylece sağlanmıştı.

Fikir temelde çok güzel ve kabul edildiği dönemde ciddi bir ihtiyaçtı.

Zamanla hükümet politikaları bu anlaşma ile daha insana yönelik korumacı bir yapıyla, kanunlarla donatılmaya başlandı.

İnsan, ihtiyaçları değişen, gelişen bir varlık ve bu sebeple kanunlar devamlı yenilenmeli, geliştirilmelidir.

Hükümetler bu konuda insiyatif alırlar ve nesilleri korumak amacıyla politika üretirler.

Sonuç iyi olursa yönetimde kalmaya devam ederler kötüyse bir diğer ekonomik veya hukuk alanında projeler sunan partiye oy verirler.

Demokratik bir yöntemle halka hizmet yarışı böyle olmalı.

Peki yıllar geçtikçe bu sözleşmeye niye itirazlar başladı?

Azınlıkta olan bazı dinci tarikatlar kadınları ikinci sınıf gördükleri için buna itiraz ettiler ama kadına verilen hakların geri alınması mümkün değil.

Ne Türkiye eski Türkiye, ne Dünya eski Dünya.

İnsanlık, daha iyi yaşamak için fikirler üretirken Türk kadınını kimse artık geride bırakamaz.

Biz bu özgürlüğü, Atatürk’ün kadına seçme ve seçilme hakkını verdiğinde almışız ve daha da ileriye taşıyacağız.

Kimse korkmasın, algılara kapılmasın.

Günlerdir, alakalı/alakasız herkes konuştu.

Biliyorum ki okuyucularım bir kadın olarak bu konuda ne düşündüğümü merak ediyorlardı.

Düşüncem şudur ki:

Biz bu anlaşma ile alacağımızı aldık ama kimseye özenmeden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne nasıl geçtiysek, Türk’e en uygun kanunları da hazırlayacak kapasitedeyiz. Bu bilinç oluştu. Artık halk hükümetleri zorluyor, isteklerini yerine getirmeyeni oy ile cezalandırıyor.

Bu anlaşmanın iptal nedeni, siyasi kaygılar sebebiyle midir bilmem ama halka yeterince izah edilemedi.

Gerçi uzunca bir süredir birçok konuda halkı ikna edecek kanaat önderlerini yok ettik.

Bizim gibi durumdan rahatsız olan birkaç kişiyle bu algılar çürütülmez ama yine de elimizden geleni yapalım da yastığa başımızı koyarken içimiz rahat olsun.

Konuya dönersek, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu anlaşma da var olan, gelecek nesillerimizin çürümesine yol açacak bazı maddeler yüzünden, Türk toplumunun büyük kesiminin rahatsızlığına son vermiştir.

İyi niyetle çıkılan bu yolda, 2021’e gelindiğinde, farklı cinsel eğilimlerin aşırı desteklendiğini ve güçlendirildiğini gördük.

Her türlü sokak olayları içinde kendi mecralarından çıkıp bayraklarının reklamını yapan, anarşist eylemlerin içinde gönüllü kullanılan bu yapılar, nasıl oldu da bu hale geldi?

İstanbul Sözleşmesi ile LGBT+ (44 çeşit cinsel eğilim) derneklerinin sayısı 20’ye yükseldi.

Özellikle ABD ve Hollanda’dan bu gruplara toplamda 1 trilyon Türk Lirası para bağışı yapıldı.

Para ile abad olan bu dernekler, sahibinin sesi olarak alakalı veya alakasız nerede bir toplumsal olay varsa orada baş aktör yapıldı.

Bu dernekler kendilerine üye devşirmek için daha orta öğretim çağında çocuklarımıza çengel atmaya başladılar.

Cinsel tercih özgürlüğü adı altında okullarda dersler veriliyor.

Çocuk kitaplarına aynı cins birlikteliğinin normal olduğunu yansıtan görseller konuluyor.

Çocukların ergenlik döneminde geçirdiği kimlik arayışı döneminde depresyondasın diye yardımcı hormon takviyeleri yapılıyor.

Velhasıl benim gençliğimde tek tük olan bu eğilimler artık yasal hale getirilip adeta normalleştirildi.

Burada hakikaten biyolojik ve fizyolojik kimlik değişimi ihtiyacı olanları ayrı tutuyorum.

Kimseyi görünüşü veya kimliği ile bugüne kadar yargılamadım, ötelemedim. Bağnaz bir yapım yok. İyiyi, güzeli ve bize yakışanı, milli şuurumuzu yitirmeden Türk neslinin heba olmaması tek derdim.

Konulara taraftar gözle bakmam ama kadınım diye de bazı maddeleri yanlış olan bir sözleşmenin savunuculuğunu da yapmam.

Benim ve toplumumuzun çoğunluğunun itirazı, bazı sapık zihniyetlerin genç çocukları kendi amaçlarına göre kullanmalarının önünün, bu anlaşma ile açılmasınadır.

Bir diğer itiraz konusu ise aile bütünlüğünün bu anlaşma ile bozulduğudur.

Ben aynı fikirde değilim.

Evet bu anlaşmayı kullanıp haksız yere kocalarını evden kovan, çocuklarından uzaklaştıran var mıdır? Vardır. Ama bunun azınlıkta olduğunu düşünüyorum.

Özetle, kanunlarımızı şiddet mağduru olan kadın, erkek, çocuk ve hayvan haklarına uyumlu hale getirmeli ve tüm birimlerin koordineli çalışmasını sağlamalıyız.

Polisin yakaladığını, suçlu iseler hakimler iyi halden indirim yapıp salamasın, medya tutuksuz yargılanmaları serbest kaldı diye vermesin, ebeveynler çocuk yetiştirirken çocuğun egosunu gereksiz yükseltecek tavırlardan kaçınsın, eşler birbirinin fikrine saygı duysun. Evlenmek gibi boşanmayı istemek de bir haktır. Çocukları ezmeden arkadaşça ayrılmanın yollarını bulmalısınız.

Kanunlar insan için var ama insan insanı yaşatır.

Habil ve Kabil’den beri bir iyi, bir kötünün elinden zarar görüyor.

Önce iyi insan olalım, sevgi ile karşımızdakine yaklaşalım. Hepimiz birilerinin evladıyız unutmayalım.

Her konuyu da çözümsüz zannedip, Dünya’nın sonu gelmiş gibi karamsarlığa kapılmayalım.

Adı İstanbul olmaz da Ankara sözleşmesi olur.

Yeter ki Türk’e göre, Türk için, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının faydasına olacak bir anlaşmayı gerekirse yapacak/yaptıracak kudretteyiz.

İstanbul Sözleşmesi adı Türk Şehri olan ama bizim kimyamızı bozan kadük bir yabancı imitasyondu.

Kurduğunuz oyunu bozduk, bitti gitti.

Türk neslini size yedirmeyiz.

Leyla Düzel

Bu haber 419 kez okundu.
Güncel - 10:50 A A
BENZER HABERLER